Saygınlığın bir anahtar olarak en büyük arzuya dönüştüğü modern dünyada, insanlar saygınlık adına birçok şeyden feragat edebilecek duruma gelmiştir. Peki saygınlığa ulaşabilmenin yolu nedir? İnsanın, dünyadaki mevcut dinamikleri içselleştirerek rekabete eklemlenmesi ve bu rekabette kendini öne çıkaracak paketleri elde edip topluma pazarlayabilmesidir. Topluma pazarlayabilmek önemlidir çünkü toplumdan alınan dönütler, bu ağacın meyve verdiğini göstermektedir. İnsan statüsüne uygun davranıp toplumun takdirini kazanarak meyvesinin olgunlaştığını kendine ispatlar ve bu meyvesinden haz duyar. Kof veya çürük bir meyveye sahip olmamak adına dozunda tevazu ve iddialı olmak, büyük önem teşkil etmektedir. İnsanın iddialı olması da mütevazı olması da başkaları adına değil, kişinin kendi menfaati adınadır.
Harekete geçme motivasyonu özgüven için ateşleyici bir faktördür. Bu altyapı ile belirli adımlar atılır, çeşitli şeylere girişilir. Girişilen işlerde başarı sağlandığı takdirde, toplumdan olumlu tepkiler alınarak tolumun saygısı kazanılır. Toplum tarafından takdir gördüğünü, belki de beğenilip imrenildiğini hisseden insanın öz saygısı da artacaktır. Tüm bunlar döngüseldir. Yeni deneyimler ve meydan okumalar karşısında insanı ateşleyecek bir döngüdür. Motivasyon özgüveni, özgüven saygınlığı, saygınlık öz saygıyı, öz saygı motivasyonu ve özgüveni beslemektedir. Bu döngünün esas odağı öz saygı olmakla birlikte öz saygı, denklemdeki diğer ögelere bağlıdır, diğer ögelerle inşa olmaktadır. Öz saygısını beslemek üzere insanlar durmamakta, doymamaktadır. Modern dünya bu hususta doygunluğa ulaşmaya müsaade etmemektedir.
İnsanlar genellikle kendilerine saygı duyabilmek için başkalarının kendilerine saygı duymasına muhtaçtır. Dolayısıyla insanlar öz saygı ve verimlilik döngüsünü sağlayabilmek adına, toplumun veya belirli bir topluluğun beğenilerine, beklentilerine ve ideallerine göre hareket eder. Bunlar esas ölçütlerdir. Toplumun tamamının takdiri kazanılmayacağına göre insanın, belirli bir topluluğun parçası olması gerekir. Görünmediği halde oldukça sert olan kast sistemi de burada başlamaktadır. İnsanın, statüsünün dinamiklerini karşılayamaması sadece ait olduğu topluluk tarafınca değil, neredeyse toplumun tamamınca hakir görülmesine sebep olmaktadır. Bu yüzden insanlar statülerinin gerekliliklerini yerine getirerek çok daha kurallı ve ön görülebilir bir yaşama ulaşmaya ve bu yaşamın muhafazasını sağlamaya çalışmaktadır. Zamanın dinamikleri gereği güç unsuru her ne ise ona ulaşarak statü atlanabilir, hatta çok güçlenilirse statü mefhumu aşılabilir, etik ve yasal kaygılar önemini yitirebilir. Çünkü ahlak ve töre sınıfsaldır, yasalar sınıflara göre esneyebilmektedir, statüsü olmayan biri, bir şeyleri abartmadıkça bu kaidelerden azadedir. Peki insanlar statülerinden sıyrılıp da neden ahlaki ve yasal sınırsızlıklarına kavuşmuyor? Çünkü statüsüzler iki sınıfa mensuplardır, ilki elitlerin de elitleri olarak kabul edilen süper kompradorlardır. İkincisi de Hindistan’daki untachables misali oldukça aşağı sınıfa mensup olarak kabul edilenlerdir. Aşağıda anarşi egemen olduğundan tutunmak zordur, mahir olanları ise kendileri gibi statü duvarlarını aşmış elitlerle işbirliği halindelerdir. Üst sınıfta da kademe kademe serbestiyet vardır. Üst sınıfa çıkılması çok zor olacağından insanlar adına, kurallı ve öngörülebilir bir yaşam çok daha evladır. Statü muhafazası, statü atlama hevesi ve öz saygı düsturuyla insanlar bir topluluğun beklentileri dahilinde hareket ederlerken ne kadar kendileri olabilirler? Popüler kültür ve sınıf pratiklerini izleyen insanoğlu, benliğini topluluğuna göre inşa etmiş ve birbirinin büyük oranda kopyası olan yığınlara dönüşmüştür. Yani insanoğlu sınıfının bir uzantısı, statüsünün ise esiri haline gelmiştir. Bireyin kutsandığı söylenen modern dünyada insanlar, benliklerini diğerlerine göre kurguladığını tabii ki yadsıyacaktır. O zaman modern dünyada insan kendi benliğini nasıl algılamaktadır? Başarıları ile algılamaktadır. Yani modern dünyada insana saygınlık kazandırarak öz saygısını besleyen ve insanı birey yapan unsur başarılarıdır. İnsanoğlu kendini yalnızca başarıları ile ön plana çıkarmak istemiyor, aynı zamanda kendini başarıları olarak algılıyor. Rekabette kalabilmek için başarıları ile besleniyor ve yeni başarılara ulaşabilmek adına geçmiş başarılarını bir motor olarak kullanıyor. Bu motor düzgün işlediği sürece öz saygısını koruyor ve pekiştiriyor. Bu başarı hissinin bağımlısı haline geliyor. Başarılar saygınlığı; saygınlık öz saygıyı getirirken insanoğlu bu kazanımları ile neyi arzuluyorsa, bakiyesine göre ona ulaşabiliyor. Bu arzular lüks, partner, tatil vb. birçok unsuru kapsamaktadır.
Başarılıyken veya başarılı hissederken işler yolunda, yaşam harikuladedir. Başarısız olunca ne oluyor? Motivasyon, özgüven, saygınlık ve öz saygıdan oluşan döngü sarsılıyor. Başarısızlık insanı daha fazla motive edip büyük başarılara götürecek bir motivasyon kaynağı olabilir fakat genellikle başarısızlığın ardından yeni girişimler karşısında, motivasyon unsuru sağlıklı bir biçimde işleyemeyeceğinden öz saygı döngüsü daha en başından yanlış başlayıp yeni girişimler başarısızlıkla sonuçlanabiliyor. Yani insanın motivasyonu da kırılabiliyor, aşırı motive olup basit hatalar da yapılabiliyor. Birçok duygunun aşırı haliyle yaşandığı kumar, aşırı motivasyondan kaynaklı hataların önemli bir örneği olabilir. İnsanın bir kez ters gitmesin işi, muhallebi kırılırken kırılır dişi sözünü kötü şanstan ziyade, öz saygı döngüsünün kırılmasının verdiği panik halinin, insanı ne kadar saçmalatabileceği üzerinden anlamak daha doğru olur. Daha sonra yazmayı umut ettiğim rekabet / ispat sözleşmesi düşüncemden hareketle modern dünyanın, insanlar arasındaki her türlü rekabetin sahası olduğuna defalarca değinmiştim. İnsanoğlu başarılarının sekteye uğradığını hissettiği an kendini rekabette geri kalmış hissediyor ve bunun sonucu depresyon oluyor. İnsanoğlunun bu durum karşısında girdiği depresyon, başarısız olma hissinden kaynaklansa da daha çok kişiliksiz hissetmesinden ötürüdür çünkü algıladığı benliği, başarılarıydı.
Başarıları ve rekabetçiliği ile benliğini kurgulayan modern insanın, başarısızlık karşısında depresyona girmesi gayet doğaldır çünkü başarıları noktalanınca kimliğinden geriye bir şey kalmadığı için kişiliksiz hissetmeye başlamıştır. Bu başarısızlık silsilesi tokat gibi bir yüzleşmeye neden olmaktadır. İnsan, bugüne kadar kişilik örüntüsünü dokuyan her bir parçanın, bulunduğu topluluğun beğeni algılarına göre şekillendiği gerçeği ile karşılaşır. Hissettiği benliğinde ve taşıdığı kimliğinde kendine dair gibi gözüken hiçbir parçanın orijinal veya içsel olmadığını anlar. Sosyal hayatta ayakları üzerinde durmasını sağlayan kimliği başarılardır ve bu başarılar ancak bitmek bilmeyen rekabet döngüsü ile meydana gelmektedir. Kimim ben diye sorulan sorular en çok başarısızlığın hissedildiği kriz anlarında ortaya çıkar ve muhtemelen cevapsız kalır. İnsanlar bu süreçte tedavi olamazsa boşluğa düşebilir, savrulabilir, anlamı ve amacı yitirebilir. Bu nevi durumlarda insanın girdaba düşmemesi için psikolojik terapi almak, kendi sorununu topluluğuna atfetmek, küçük küçük başarılarla özgüven tazelemek, zoraki marjinallik ve kendini geliştirmek gibi çıkış yolları vardır. İnsanların bataklığa batıp da hem kendileri hem de sistemin bizatihi kendisi hakkındaki filtresiz gerçeklerle yüzleşmesi kapitalist sistemin belki de en büyük tehdidi olacağından sistem buna izin vermemektedir çünkü mutsuz insan tüketebilirken huzursuz insan tüketmemekte ve gündelik rekabetten uzaklaşmaktadır. Bu yüzden psikoloji disiplini kapitalizmin jandarma karakolu gibidir. Bireyi üstünkörü bir tedavi ile sorununu çözmeksizin sisteme entegre etmektedir. Adı sanı duyulmuş önde gelen psikologlar da gayet tabii bunun bilincinde olsa da bu disiplinin gölgede kalmış emekçileri muhtemelen bunun bilincinde dahi değildir. Bir diğer yöntem olan, sorunu topluluğa atfetmek de son derece kritik olup İnsanın, yüzleştiği gerçekleri bulunduğu topluluğun tüm elemanlarına genelleyerek hem yükünü hafifletmesine hem de topluluktan kopmamasına sebep olur. Topluluğundan kopmayan insan da ödevlerini yerine getirmeye devam edecektir. İnsanlar bu yüzleşme durumlarında bebek adımları gibi küçük meydan okumalarla başarı hissini tekrar tadıp özgüven kazanarak mevzubahis krizden çıkabilir. Zoraki marjinallik yolu ise bugüne kadar insanın kendi inisiyatifiyle kurgulamadığı benliğinin farkına varması üzerine çoğu zaman akıntının tersine giderek kimliğini kurgulamasıdır. Fakat insan nasıl ki öncesinde bakın ben de sizdenim diye çığlık atıp algılanmak istiyorsa, bu yöntemle de bakın ben sizden değilim diye çığlık atıp algılanmak için çabalamaktadır, oysaki benlik çığlık atmamalıdır. Bir diğer yöntem ise kendini geliştirmektir. Kendini geliştirmek belirli ritüelleri ve ödülleri bulunan gayet sistematik bir modern dindir.
İnsan kendisine saygı duyduğu için bir şeyleri yapıp yapmamalı. Kendisine saygı duymak için değil. Öz saygıyı topluma göre inşa etmek krizlere neden olacaktır. Toplumdan ve sistemden izole olmak da iyi değildir. Denge en önemli unsurdur.
